Kongreleri topladı ve milli mücadelenin başına geçti
Hakkında “Katli vaciptir” fetvası çıkartan İstanbul’un emirlerine uymayan Mustafa Kemal askerlikten istifa etti. Erzurum ve Sivas kongrelerini yapıp ülkenin kaderini eline aldı.
TAHSİN DOĞAN/NEFES
Başkente çağırıldığı halde gelmediği ve halkı hükümete karşı kışkırttığı için Mustafa Kemal’in görevine son verilmesi kararlaştırıldı. Paşa, Erzurum Kongresine katılmak için 25 Haziran’da Amasya’dan Sivas’a hareket etti. Harput Valisi Ali Galib’in Sivas’ta O’nu tutuklamak için girişimlerde bulunması, alınan tedbirlerle önlendi. Mustafa Kemal 3 Temmuz 1919 akşam saat 08.00’de Erzurum’a vardı. Kafileyi Karabekir ve bir heyet şehir dışında karşıladı. 8 Temmuz’da Padişahın imzaladığı bir kararla görevden alındı. O da aynı gece saraya sunduğu dilekçe ile istifa etti. Müfettişlikten istifasıyla bazı
çevrelerde doğan tereddüt Karabekir’in Kolordusu ile onun emrinde olduğunu belirtmesiyle giderdi.
Mustafa Kemal 23 Temmuz 1919’da toplanan Erzurum Kongre’sinde 47 delegeden 37’sinin oyunu alarak başkan seçildi. 7 Ağustos’a kadar süren kongrede alınan kararlar Temel İlkeler başlığı altında sıralandı. Kararları uygulamak için de 9 üyeden oluşan bir Heyet-i Temsiliye (Temsilciler Kurulu) seçildi ve Mustafa Kemal bu kurulun başkanlığına getirildi.
‘MANDA VE HİMAYE KABUL EDİLEMEZ’
Erzurum Kongresi’nde ulusal direniş örgütlerinin birleştirilmesi yolunda ilk büyük adım atılırken İngilizler ve onların etkisiyle İstanbul hükümeti Sivas’ta toplanması öngörülen kongreyi önleyebilmek için Mustafa Kemal’e karşı yeni önlemler almaya girişti. Ama O, kongre kararları doğrultusunda çalışmalarını sürdürdü. 5 gün süren yorucu bir yolculuktan sonra 2 Eylül akşamı Sivas’a vardı. 4 Eylül 1919 sabahı başlayan kongrede ortaya çıkan ABD mandasına girme krizi, Mustafa Kemal’in “Manda ve himaye kabul edilemez” görüşü ile ortadan kalktı. Sivas Kongresi çalışmalarını 11 Eylül’de bitirdi. 12 Eylül’de İstanbul hükümetiyle haberleşmeler kesildi. Bu sırada Mebuslar Meclisi seçimleri başlamıştı. Mustafa Kemal Erzurum’dan aday gösterildi ve seçildi. Meclisin İstanbul veya Anadolu’da toplanmasıyla ilgili tartışmalar sürerken Temsilciler Kurulu’nun “İstanbul’a yakın bir yere” taşınacağı açıklandı. Mustafa Kemal de kurulun bazı üyeleriyle birlikte 27 Aralık 1919 Cumartesi günü saat 11.00’de Dikmen sırtlarında Ankara’ya ulaştı. Aynı gün yayımlanan bir bildiri ile de Temsilciler Kurulu merkezinin “şimdilik” Ankara olduğu duyuruldu.
FETVAYA KARŞI FETVA ÇIKARILDI
Mustafa Kemal Mebusan Meclisi’ne katılmamaya karar verdi. Son Osmanlı Mebusan Meclisi 12 Ocak 1920’de açıldı. Meclisin 17 Şubat’taki toplantısında “Misak-ı Milli” kabul edildi. Buna karşı çıkan İngilizler 16 Mart’ta İstanbul’u işgal etti. 10 Nisan’da Mustafa Kemal ve arkadaşlarını asi olarak suçlayan bir hükümet bildirisi ve Şeyhülislam Dürrizâde Abdullah’ın imzaladığı, katledilmelerinin şeriat açısından gerekli olduğunu belirten bir fetva yayınlandı. Buna karşılık Ankara Müftüsü Börekçizade Rıfat imzasıyla düşman baskısı altında yazılan fetvaların şeriat yönünden geçersiz olduğunu savunan bir karşı fetva çıkartıldı. Mebuslar Meclisi ise 11 Nisan’da Padişah Vahdettin tarafından sonsuza kadar kapatıldı.
İskender vatanını unuttu ben asla unutmayacağım
Mustafa Kemal Atatürk, kendi dönemindeki ve daha eski komutanlarla ya da devlet adamları ile kıyaslanmayı sevmezdi. Fransız diplomat Charles de Chambrun bir sohbet sırasında Mustafa Kemal’e Makedonya’da İskender’in doğduğu yere yakın olan Selanik’te doğduğunu hatırlatır. Mustafa Kemal’in yanıtı amacını ve vatan sevgisini gözler
önüne serer:
“Mukayese burada sona erer. İskender dünyayı fethetmişti. Ben böyle bir şey yapmadım. İskender dünyayı istila edeyim derken kendi vatanını unutmuştu. Ben kendi vatanımı hiçbir zaman unutmayacağım.”
‘NAPOLYON YARI YOLDA KALDI’
Mustafa Kemal, Napolyon’la kıyaslanmayı da reddetmişti. Paşa, Birinci Dünya Savaşı’nda Irak’ta Türk ordusuna esir düşen İngiliz General Townshend ile 1922’de Büyük Taarruz öncesi Akşehir’de bir araya gelmişti. Townshend sohbette “Siz Napolyon’a benziyorsunuz” der. Atatürk’ün cevabı “Napolyon arkasına bir sürü, muhtelif milliyetteki insanları toplayarak macera aramaya çıktı. Ve bunun içindir ki yarı yolda kaldı. Ben bir anadan, bir babadan gelen kardeşlerimle kendi vatanımı kurtarmak davası yolundayım. Ve bu muhakkak ki muvaffak olacağım” şeklinde olur.
İngiltere Kralı VIII. Edward ile Dolmabahçe Sarayı’nda. İstanbul, 4 Eylül 1936
Amerikalı gazeteci Gladys Baker ise 1935’teki röportajında Atatürk’e neden diktatör olarak çağırılmaktan hoşlanmadığını sorar. Mustafa Kemal ise bugüne bile ışık tutan bir yanıt verir:
‘BEN KALPLERİ FETHETMEK İSTERİM’
“Çünkü ben diktatör değilim. Benim kuvvetim olduğunu söylüyorlar, evet, bu doğrudur. Benim arzu edip de yapamayacağım bir şey yoktur. Fakat ben zoraki ve insafsızca hareket etmesini bilmem. Bence diktatörlük, diğerlerini iradesine ram edendir (boyun eğdirendir). Ben ise kalpleri kazanarak hükmetmek isterim.” Atatürk’ün bir başka konuşmasındaki “Ben istese idim derhal askeri bir diktatörlük kurardım ve memleketi öyle idareye kalkışırdım. Fakat ben istedim ki, milletim için modern bir devlet kurayım ve onu yaptım” sözleri de tarihteki yerini almıştır.
İran Şahı Rıza Pehlevi ile Balıkesir’de. 24 Haziran 1934
Ürdün Kralı Abdullah ile İstanbul’da. 31 Mayıs 1937
Yugoslavya, Romanya ve Yunanistan Genelkurmay Başkanları ile. 1937
Tüm dünya akrabadır
Mustafa Kemal, temel dış politikada “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesini ön planda tutardı. Atatürk bu sözleri 20 Nisan 1931’de seçim dolayısıyla millete beyannamesinde dile getirilmiştir: “Cumhuriyet Halk Fırkasının istikrar bulmuş genel siyasetini şu kısa cümle açıkça ifadeye kâfidir zannederim: Yurtta sulh, cihanda sulh için, çalışıyoruz.” 2. Dünya Savaşı çanlarının çaldığı 1937’de Romanya Dışişleri Bakanı Antonescu ile sohbetinde dünya barışının nasıl sağlanacağını şöyle anlatmıştı: “Bütün dünya milletleri aşağı yukarı akraba olmuşlardır veya olmakla meşguldürler. Bu itibarla insan, mensup olduğu milletin varlığını ve mutluluğunu düşündüğü kadar bütün dünya milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli… Çünkü dünya milletlerinin mutluluğuna çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve mutluluğunu temine çalışmak demektir. Dünyada ve dünya milletleri arasında huzur, açıklık ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan mahrumdur.”