Kulislerde konuşulan İmamoğlu’nu siyasi arenanın dışına itme hamleleri

Esenyurt’la hızlandı süreç. Belediye Başkanı Ahmet Özer’in gözaltına alınıp, tutuklanması ve arkasından kayyum atanmasının ardından İstanbul’daki belediyelere yönelik soruşturmalar hız kazandı. Esenyurt’a yapılan operasyonun ardından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı (İBB) Ekrem İmamoğlu kürsüye çıktı ve “Hodri meydan” dedi:

“Biz, milletin egemenliğini kayıtsız şartsız kabul ediyor ve hodri meydan diyoruz. Siyasi güdümlü yargı kararlarının arkasına saklanmadan, mertçe yarışmak için hodri meydan. (31 Ekim 2024)” İmamoğlu neden “hodri meydan” dedi?

Anlatalım…

O günlerde kulislerde sıkça dillendirilen konu şuydu:

“Kent uzlaşısı yani 31 Mart yerel seçimlerinde gerçekleşen CHP-DEM işbirliği üzerinden İmamoğlu’na gidilecek.”

Bu konuda bazı belediyelerin isimleri de konuşulmaya başlanmış hatta yerel seçimler öncesinde Florya’da, İmamoğlu’nun bazı DEM yöneticileriyle bir toplantı yaptığı ve o toplantıda “uzlaşıya-anlaşmaya” varıldığı ekranlarda dahi söylenmeye başlanmıştı. Daha da ileride bir bilgi verelim: İstanbul’un önemli bir ilçe belediye başkanının “Kent Uzlaşısı” metnini yazdığı da fısıltıyla dolaşıma sokuldu. Bu iddiaların en somutu da geçen hafta kamuoyuna yansıyan “Ahmet Özer iddianamesi” oldu. O iddianamenin 25’inci sayfasında “Emniyet’in değerlendirmesine” yer verildi:

“Esenyurt Belediye Başkanı olan şüpheli Ahmet Özer gibi İstanbul ilinde görevli bir kısım Belediye Başkanı, Başkan Yardımcısı ve Belediyle Meclis Üyesi’nin 31/03/2024 yerel seçimler sonrasında terör örgütünce verilen talimatla ‘Kent Uzlaşısı’ faaliyeti kapsamında terör örgütünün uzlaşma sağladığı partiden seçilmeleri sağlanarak görev yapmaya başladıkları…”

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamenin en can alıcı yeri ve İmamoğlu’nu ilgilendiren bölümünün de “25’inci sayfa” olduğunun altı çizildi. Ki bu arada Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın dün AKP kongresinde kurduğu şu cümlenin de İBB Başkanı’na yönelik olduğu AKP kulislerinde konuşuldu: “Muhalefetin seçim kazanmak için terör örgütleriyle iş birliği yapacak kadar gözünü karartması ülkemizi toksik demokrasi sorunuyla karşı karşıya getirmiştir. Bu sorunla özellikle son iki seçimde ciddi bir şekilde muhatap olduk. Sözde ittifak ve uzlaşı süreçleri şeffaf olarak değil kapalı kapılar ardında kurulan pazarlık masalarında yürütüldü. Devletin stratejik kurumları, belediyeleri pazar tezgahındaki bir ürün gibi alınıp satıldı.” Erdoğan’ın “toksik demokrasi” vurgusu ve “sözde ittifak ve uzlaşı” cümlelerinin “CHP-DEM” ya da “İmamoğlu-DEM” uzlaşısına yönelik olduğu iddia edildi.

Ankara: TÜSİAD İmamoğlu’nun yanında

“Buradan iş dünyasına seslenmek istiyorum. Türkiye’de böylesine anti demokratik, otoriter, adalet ve hukuk kavramlarını çiğneyen bir iktidarı hiçbir şey yokmuş gibi daha ne kadar izleyeceksiniz? Bu anlamda şunu söyleyeyim, iş dünyası, finansman dünyası, ekonomi dünyası, bu işi de kafamızı kuma sokarak izleyelim ne oluyor bir bakalım... Korkak, ürkek davranma vakti değildir. Hiç şüpheniz olmasın siyasi saldırıya siyasi karşılık vereceğiz. Sanmasınlar ki sandığı dizayn etmelerine izin vereceğiz. Sanmasınlar ki rakipsiz bir rekabete girecekler. Sanmasınlar ki rakiplerini onlar belirleyecekler.(13 Ocak 2025)”

Bu cümlelerin ardından TÜSİAD’ın açıklaması geldi. “TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu (YİK) Başkanı Ömer Aras’ın şu tespiti Ankara’da anlamlı bulundu: “Seçilmiş belediye başkanları görevden alınıyor, yerlerine kayyım atanıyor. Bir siyasi parti lideri hakkında önce soruşturma başlatılıyor, sonra farklı bir nedenle tutuklanıyor.” Aras konuşmasında İmamoğlu’na yönelik soruşturmaları kastetmişti. Ben de 21 Şubat’taki NEFES’teki yazımda dedim ki: “Ankara koridorlarında konuşulan şu: ‘TÜSİAD önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili tarafını açığa vurdu ve Ekrem İmamoğlu’ndan yana inisiyatif aldı.’ Aras’ın konuşmasının özellikle İmamoğlu’nu ilgilendiren bölümüne dikkat çekiliyor ve ‘Bir büyükşehir belediye başkanı hakkında…’ diye başlayan o cümlelerin altı çiziliyor. Diğer tespitlerin de ‘muhalefetin’ öne çıkardığı hususlar olduğuna dikkat çekiliyor. Aslında uzun zamandır Ankara’da konuşulan ‘Ekrem İmamoğlu’na uluslararası sermaye ve içerideki kadrolarının’ verdiği destek.”

Şunu da hatırlatmakta fayda var: İmamoğlu demişti ki: “Hedefiniz İBB’ye ve bana ulaşmaksa, benim yol arkadaşlarıma ve ailelerine çile çektirmenize gerek yok. Siyasi yasak davam orada, madem hedefiniz benim, mert olun, benim cezamı onayın. (15 Ocak 2025)” “Hedefiniz bana ulaşmaksa”nın altında yatan davaları da unutmayalım: Ahmak Davası (İstenen ceza: 2 yıl 11 ay), Ordu Valisi davası (2 yıl), Büyükçekmece davası (7 yıl), Başsavcı Davası (7 yıl 4 ay), Bilirkişi Davası (4 yıl hapis cezası). Ve toplamda 23 yıl 3 ay hapis cezasının yanında davaların hepsinde istenen “siyasi yasak” istemi.

Ve gelelim son soruşturmaya.

Diplomayla ilgili YÖK’ün kritik raporu

“Bu yol, güllük gülistanlık bir yol değildir. Engebe ve tuzaklarla dolu bir yoldur. Hepimiz bu süreçte güçlerimizi birleştirmeliyiz. Biz bu yola çıktık. Artık bizim için bu yoldan dönüş yok. (30 Ocak 2025)” İmamoğlu, “Engebe ve tuzaklarla dolu yol” dedi ve 2019’da dillendirilmeye başlanan “diploması” da soruşturmaya döndü.

Yani beş siyasi yasak davasının yanında bir de “evrakta sahtecilikle yatay geçiş” süreci başladı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Ekrem İmamoğlu hakkında lisans diplomasının sahte olduğu yönündeki ihbarlar ve Yükseköğretim Kurulu (YÖK) tarafından hazırlanan raporlar sonucunda “resmi belgede sahtecilik” suçlamasıyla soruşturma başlattı. 26 Şubat’ta ifadeye çağrılan İmamoğlu’nun 1990 yılında YÖK tarafından tanınmayan Girne Amerikan Üniversitesi’nden İstanbul Üniversitesi’ne bağlı İşletme Fakültesi’nin İngilizce İşletme bölümüne geçişinin usulsüz olduğu ileri sürülüyordu. İmamoğlu’nun yasa dışı yatay geçişle kaydını yaptırtıp mezun olması ve diploma almasının yasalara aykırı olduğunu savunur iddialar yazıldı, çizildi. Bu arada dosyada bulunan YÖK raporunun da “resmi belgede sahtecilik yapılmıştır” yönünde olduğu iddialar arasında. Eğer bu “sahtecilik” iddiası da mahkeme tarafından kabul edilirse İmamoğlu’nun diplomasının iptal edileceği ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olamayacağı belirtiliyor.

Ekrem İmamoğlu’nun da 26 Şubat’taki ifadesinde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Kütüphanesi’nde yer alan KKTC Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı II. Milli Eğitim Şurası ek dökumanını gündeme getireceği, Girne Amerikan Üniversitesi’nin, Washington DC’deki Southeastern Üniversitesi’ne akredite olarak İşletme Bölümü eğitim programını 1987 yılında başlattığını anlatacağı ifade ediliyor. Odatv’de 21 Ekim’de yer alan haberden aktaralım:

Belgede yer alan bilgilere göre ABD’deki saygın akreditasyon kuruluşları olan Middle States Association ve Association of Independent Schools and Colleges tarafından onaylanan bu durum ayrıca Türkiye’de dönemin YÖK’ü tarafından da kabul ediliyor. Yani, söz konusu Southeastern Üniversitesi’ne akredite olarak alınan İşletme Bölümü eğitimi, Türkiye tarafından kabul görüyor. Belgede Girne Amerikan Üniversitesi’nde İşletme programını tamamlayan öğrenciler, Southeastern diplomasını da almaya hak kazanıyor. Bununla birlikte diplomanın uluslararası geçerliliğe sahip olmasıyla da Türkiye’de üniversite diploması sahiplerine tanınan tüm haklar, Girne Amerikan Üniversitesi’nde İşletme programı mezunlarına da tanınıyor.

SONUÇ: CHP çevreleri son aylarda yaşanan davaları “siyaset mühendisliği” diye nitelendiriyor. Ve bu mühendislikle İmamoğlu’nun siyaseten minderden uzaklaşmasının hedeflendiğine dikkat çekiyorlar. 26 Şubat’ta Ekrem İmamoğlu’nun “diploma” konusunda vereceği ifade ve sonrasında “Kent Uzlaşısı” iddiaları önümüzdeki sürecin belirleyicisi olacak.

SON DAKİKA HABERLERİ

Aytunç Erkin Diğer Yazıları