Kavgaya dair…
Kavga güzeldir...
Ama, bir karanlık kuytuda, bir hiç uğruna canların yakıldığı, bir meyhane köşesinde neden çıktığı bile bilinmeyen boğazlaşmaların yaşandığı, mahalledeki kızcağızın sevdiği delikanlının mahallenin namusu adına meydan dayağına yatırıldığı ya da üç kuruşluk arazi uğruna birbirine giren aşiretlerin onlarca ölü verdiği kavgalardan söz etmiyorum...
Sözünü ettiğim; uğruna en yakıcı acıları, en dayanılmaz hüzünleri, en büyük yalnızlıkları, en kahredici ihanetleri yaşamayı göze aldığın, hatta gerektiğinde gözünü kırpmadan ölümüne yürüyebildiğin kavgadır...
Bedelini ağır ödediğin bu kavgada, çok uzun ve ince bir yolun sonuna ulaşana dek en fazla anlık mutluluklar, küçük sevinçler vardır, hiçbir şeye değişmeyeceğin...
Böylesine bir kavgada en büyük dayanağın tarihtir. Bilirsin ki; tarihi yaratanlar hep büyük kavgaları verenlerdir. Yine bilirsin ki; o kavgaları verenlerin çok önemli bölümü kavgayı kaybetmiştir…
-Ama bir sonraki kavganın da kazanım yolunu açmıştır…
Kavga uzun solukludur ve ölümüne acıdır aynı zamanda... Kavganın her anında sınandığını duyumsarsın... Birlikte yola çıktıklarının, saf tuttuklarının birer birer düştüğünü, yok edildiğini görürsün...
-Daha da acısı; bazıları teslim olmuş, bir bölümü ise karşı saflarda yer almıştır...
Tüm gücünle ayağa kalkmak!
Bu büyük kavgada sayısını bile unuttuğun irili ufaklı yenilgilere uğrarsın…
Hiç düşmeyeceğini sandığın kalelerin işgaline tanık olursun...
Hep bir kuşatılmışlık duygusuyla yaşarsın seni tüketen zamanı... Düş kırıklıklarının yüreğine acı bir bıçak gibi saplandığı çok uzun geceler yaşarsın. Öyle ki; aynaya bile bakmazsın, bakamazsın uzun zaman, gözlerinin taa derinlerine oturmuş yenilgiyi görmemek için...
Sonra, tek başına kaldığın hissine kapılırsın... Dayanılmaz bir yalnızlık duygusudur bu... Ama yüreğinin derinlerinde bir ses hiç de böyle olmadığını fısıldar durmaksızın... Aslında yine o küçük yenilgilerden birini yaşadığını anlarsın... Suskun ama yürekli, bitkin ama ayağa kalkmaya hazır insanların kavgaya ortak olduğunu hissedersin...
-Tüm gücünle ayağa kalkarsın...
Kavga, işte o zaman çok güzeldir... Teslimiyetler, ihanetler, içten fethedilen kaleler, hepsi bir çırpıda silinmiş, geride kalmıştır. Kavgaya kaldığın yerden devam edersin. Düşenlere, uzlaşanlara, teslim olanlara, saf değiştirenlere dönüp bakmazsın bile...
Hiç tanışmadığın ama çok iyi tanıdığın sıcacık insanların hiçbir karşılık beklemeksizin yolladığı sevgilerden keyif duyarsın, yenilenirsin... Artık önemli olan zaman, mekân, duygular, incinmeler, umutsuzluklar değildir. Önemli olan kavganın kendisidir, bunu yüreğinin derinliklerinde bir kez daha keşfedersin...
Bir gün düşme ihtimalin olsa da yine aynı coşku, aynı hınçla sürdürürsün kavgayı... Kaybetsen de senden sonra gelecek olanların kazanacağını bilirsin... Tarih bunu sana öğretmiştir...
-Gülümsersin...
İki yiğit yurtsever…
Bu yazının zamanı yok…Ağır, yıpratıcı bir sürecin sonunda, karışık duygular içinde başlayıp, bilenmiş, önümde uzanıp giden “zor” yolda her türlü kavgaya hazır, gülümseyerek bitirdiğim bir “manifesto” olarak hafızama kazındı… Peki, yıllar sonra neden bu yazıya başvurdum yine?
-İki yiğit insanı, iki büyük yurtseveri hakkıyla anlatabilmek için…
Sevgili ağabeyim Edip Akbayram’ı, sevgili dostum, kardeşim Yılmaz Özdil’i bundan daha iyi anlatabilecek bir yazı olmadığı için… Biri büyük bir sanatçı diğeri kalemiyle Atatürk Cumhuriyet ve aydınlanma devrimine ihanet edenleri titreten bir gazeteci…
Yukarıdaki yazımda anlattığım tüm zorluklardan bileğinin hakkıyla geçmiş, hiçbir “kutsal kavgadan” kaçmamış, zorlu engelleri tek tek geçmiş, düşenlere, dönenlere dönüp bakmaya bile tenezzül etmemiş, ancak zeybek oynarken diz çökmüş iki yiğit adam…
Şimdi ikisi de yine zorlu bir kavganın içinde… Sevgili Edip Ağabey, ikinci kez ameliyat olduktan sonra yoğun bakımda entübe edildi…
Sevgili kardeşim Yılmaz Özdil ise yine bir yoğun bakım odasında kalbine yapılacak ikinci müdahaleyi bekliyor…
İkisinin de bu kavgayı kazanacağına olan inancım tam… o kadar zorlu engeli ışıklı gülümsemelerle geçen iki dev adama bu engel vız gelir, tırıs geçer… İkisi de şu aşağıdaki cümleyi gayet iyi bilirler:
-En büyük kavgaları, er ya da geç o kavgayı yiğitçe verebilenler kazanır!