Şeriatçıların gelecek planları!
Yıllar önceydi, daha ortada Başkanlık dayatmasının “B’si” bile yoktu...
Ya da rafa kalkmış, uygun zaman kolluyordu diyelim! Dinci kesimin pervasız kalemlerinden, hani “Irak’ın Necef kentindeki direnişin Çanakkale Savaşı’ndan bin kez daha değerli olduğunu” söyleyen Abdurrahman Dilipak, aynen şöyle konuşmuştu:
-Erdoğan Başkan olursa hilafet gelecek. İslam Birliği, Beştepe’de temsilciliklerini açacak!
Beştepe dediği Saray’dı tabii... Böylece bir şeriatçının kaleminden o yapının niçin “yüzlerce odası olduğunu” anlamıştık! Sonra irili ufaklı şeriatçı muhteremler, dillerini tutamadıkları, sabredemedikleri için mi, yoksa alıştırma, kanıksatma maksatlı mı bilemiyorum, aynı yönde propagandaya başlamışlardı…
Örneğin Eğitim Bir-Sen Nevşehir Şube Başkan Yardımcısı ve Yunus Emre İmam Hatip Ortaokulu Müdürü İskender Çınar, laikliğe en aşağılığından öfke kustuktan sonra hedefi şöyle işaret ediyordu.
-2024’te hilafet geri gelecek. Diğerlerini söylemeye gerek bile yok!..
Söylenmeye gerek bile olmayan “diğerleri” neydi acaba, bir düşünün bakalım!..
“Hesabı sorulacak 200 yıl!”
Dedik ya, bu süreci büyük sevinç ve sabırsızlıkla izliyorlardı...
Kendini tutamayıp neredeyse şıkır şıkır oynamaya gönüllü olanlardan biri bu kez 200 yıllık demokrasi birikimini hedefe oturtmuştu. İsmi hemen hatırlayacaksınız; 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk olaylarıyla ilgili Habertürk ekranından “Allah insana günah işleme özgürlüğü vermiştir” cümlesiyle hafızalara kazınan, AKP İstanbul eski milletvekili Metin Külünk’ten söz ediyorum! Bu hazret “Başkanlık sisteminin bürokratik oligarşinin belini kıracağını” belirterek, şu incileri döktürmüştü:
-Bürokratizm 1808’deki Sened-i İttifak ile ülkeyi ele geçirmeye başladı. 1960 ihtilali ile birlikte de işgal etti. Bu 200 yılın hesabı sorulacak!
Dindar kindarların hangi zaman diliminin hesabını sormaya soyunduğunu anlamak açısından gayet öğreticiydi tabii; çağdaşlığa, kul olmaktan yurttaş olmaya geçişe, cumhuriyete ait ne varsa, tüm birikimlerden hesap sorulacaktı demek ki!
Bu da yetmemiş olacak ki, bu kez AKP’li Anayasa Komisyonu Üyesi İsmail Aydın almıştı sazı eline ve anayasanın “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” ilk dört maddesinin bal gibi değiştirilebileceğini söylemişti. Muhterem şöyle diyordu:
-Anayasanın değiştirilemez denilen maddelerini kabul etmek mümkün değildir. Gerekli çoğunluk sağlanırsa bütün maddeler değiştirilebilir!
İşaret ettiği maddeler Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerlerini, bayrağımızı, başkentimizi, cumhuriyetin ilkelerini, dilini düzenleyen vazgeçilmesi olanaksız maddelerdi!
Nasıl, şahane değil mi; bir taraftan “halifelik şölenleri”, diğer taraftan laikliğe karşı ağız dolusu küfürlerle, polisiye tedbirlerle yasaklama, gözaltına alma, tutuklama tedbirleri!
-1979’da İran’da yapılan referandumla arasında karbon kâğıdı vardı sanki!
İran’da ne olmuştu!..
İran Şahı ülkeden kaçıp, Humeyni 1 Şubat 1979 günü İran’a döndüğünde aralarında komünisti, sosyalisti, sosyal demokratı, şeriatçısı da bulunan 2 milyona yakın insan tarafından karşılandı…
Mollalar bir yandan demokrasi çığlıkları atarken, diğer yandan ülkeyi şeriata mahkûm edecek, muhalifleri kolayca tasfiye edebilecek üç aşamalı bir referandum planını devreye soktular.
Önce Şah’ın diktatörlüğüne son verecek, halkın desteğini sağlayacak referandum 1 Nisan 1979’da gerçekleşti.
Halka demokratik bir sistem kurulacağı, özgürlüklerin sağlanacağı propagandası yapıldı. Ve büyük çoğunlukla “evet” çıktı... Ardından Humeyni, halktan “tüm yargının atamalarını yapma” yetkisini istedi. Halk buna da “evet” dedi…
Asıl istek bunun ardından geldi; “İslam Kültür Devrimi” paketi oya sunuldu. İşte bu paketin de kabulünden sonra İran solu uyandı... Uyandı ama atı alan Üsküdar’ı geçmişti! Humeyni’nin ülkeyi şeriata ve dikta rejimine götürdüğünü anlayan kesimler harekete geçti, Üniversitelerde gösteriler yapıldı. Yönetim ne yaptı peki?..
-Üniversiteleri iki yıllığına kapattı!
Olaylar 1982’ye dek sürdü ve o tarihte, tabii Irak savaşının da yardımıyla diktatörlük sağlama bağlandı; bu süreçte ne oldu biliyor musunuz?..
-Yaklaşık 2 milyon muhalif, solcu katledildi!..
İran’a demokrasiyi getirmek için Humeyni’ye destek veren kadınlar en büyük darbeyi yedi; taşlanarak recm edildiler saçlarından sürüklenerek infaz edildiler... Evlerinden alınanlar bir daha geri dönmediler!
-Mollaların ve Devrim Muhafızları’nın vahşeti, İran’ın kara tarihine kazındı!
“Bizimle ne ilgisi var?”, “bizim aydınlanma devrimimiz var”, “Cumhuriyet ilkelerimiz var” diyenler çıkabilir… Bu yönde düşünenlere ya da “üç maymunu” oynayanlara Google amcaya tıklayıp, 1979 İran’ına bir göz atmayı, sonra dönüp yaşadıklarımızla karşılaştırmayı önermekten başka çarem yok...
-Bakın bakalım, ne kadar benzeteceksiniz?