Kaygı/anksiyete günümüzün en çok karşılaşılan psikolojik sıkıntılarının başında gelmektedir. Özellikle stres kaynaklı gündelik kaygılar 10 kişiden 6’sını etkilemektedir. Kaygıyı büyük bir sorun haline getirip tamamen ondan kurtulmaya mı çalışmalıyız yoksa onunla bir anlaşma imzalar gibi birlikte yaşamayı mı öğrenmeliyiz? Bu sorunun cevabı birlikte yaşamayı öğrenebilmek.

Kaygı, olumsuz bir duygu gibi görünse de yaşamın doğal bir parçasıdır. Bizi tehlikelere karşı uyaran ve hayatta kalmamızı sağlayan bir mekanizmanın ürünüdür. Ancak bu mekanizma bazen kontrolden çıkabilir ve hayatımızı zorlaştırabilir. Çok önemli bir sınava hazırlanan bir öğrenci ya da kritik bir iş toplantısına hazırlanan bir çalışan düşünelim.

Eğer bu kişilerin kaygı düzeyi sıfır ise genellikle durumu fazla umursamaz, hazırlık yapmayı ihmal eder veya olayın ciddiyetini göz ardı ederler. “Nasıl olsa yaparım” düşüncesiyle strese girmeyen bu kişiler, beklenen performansı gösteremezler.

KAYGI BAZEN FAYDALIDIR

Yeterli düzeyde kaygıya sahip olan bir kişi ise durumun önemini kavrar ve buna göre hazırlık yapar. Burada önemli olan, kaygıyı sıfıra indirmeye çalışmak değil, onu yeterli ve yönetilebilir bir düzeyde tutmaktır. Kaygıyı yenmek yerine onun varlığını kabul etmek, kaygınızı bir düşman gibi görmek yerine, onun size bir şey anlatmaya çalıştığını fark etmek önemli bir farkındalıktır.

Ancak kaygı düzeyinin şiddetli ve sık olması, kontrol etmekte zorlandığımız bir durum yaratır ve bu da başarısızlık ile mutsuzluğa yol açar. Bu kaygı hissi hayatımızı yönetmeye başladığında, sıradan durumlarda bile bizi huzursuz ettiğinde, kaygı artık bir araç olmaktan çıkar ve bir yük haline gelir.

Eğer bu durum günlük işlerinizi yapmanıza engel oluyor, uyku düzeninizi bozuyor ya da sürekli bir huzursuzluk hissi yaratıyorsa, bir uzmana danışmanız önemlidir. Psikoterapi, kaygınızı anlamanıza, yönetmenize ve yaşam kalitenizi artırmanıza yardımcı olacaktır.