İstanbul’un göğünde dün gece yıldızlar biraz eksikti. Belki de utançtan saklanmışlardı. Fenerbahçe’yle Trabzonspor sahaya çıktı, 137. kez. Herkes skora baktı, ben bir adamın kalbine.
Skor mu? Üç ihtimalden biri olacaktı elbet. Fenerbahçe ya umut tazeleyecekti ya da umut defterini kapatacaktı. Trabzonspor ise belki bir teselli alacaktı, o kadar. Ama bu senaryoların hiçbiri, benim içimde en küçük bir kıpırtı yaratmadı.
Çünkü dün gece ben maçı gözlerimle değil, Mahir Polat’ın yüreğiyle izledim.
♦♦♦♦♦
Sahi, kimdi Mahir Polat?
Trabzonlu değildi ama Trabzonspor'dan başkasını tutmazdı.
Çünkü onun için mesele formanın rengi değil, onurun rengiydi.
Erzincan’ın dağları arasından çıkmış bir çocuk. İstanbul’a gelmiş, düşmüş şehre. Koca bir metropolün gürültüsünde sesini kaybetmemek için direnmiş.
Hayat ona sert davrandı.
O daha sert karşılık verdi.
Kitapla dövüştü, bilimle savundu kendini.
♦♦♦♦♦
İstanbul’un toprağına gömülmüş tarihin tozunu, bir annenin yavrusunun yüzünü siler gibi temizledi. İBB Miras’ta yaptığı işler, uzun uzun anlatılacak gibi değil; kısaca söyleyeyim, Mahir ismine yakıştı o adam.
Ama Mahir Polat’ın bir derdi vardı. Dava gibi taşıdığı bir sitem: İstanbul’a.
Onun gözünde bu şehir, Anadolu’nun hakkını yutmuş aç gözlü bir devdi. Tıpkı Vizontele’de Altan Erkekli’nin söylediği gibi: "Biz duyduğumuz bir havadise şaşırdığımız zaman büyük şehirdeki insanlar çoktan unutmuş oluyor.”
Anadolu, mahcup bir çocuğa benzer. Az konuşur, çok sever. Ama İstanbul’un umurunda değildir bu sevgi. Mahir Polat da bunu hiç affetmedi.
Trabzonspor’a olan tutkusu işte bu yüzdendi. Çünkü Trabzonspor, o İstanbul devlerine kafa tutmuş tek takımdı bir zamanlar. Anadolu'nun “Ben de varım” diyen haykırışıydı.
Futbol onun için bir oyun değildi. Bir semboldü. Golyat’a karşı Davut’un sapanıydı.
♦♦♦♦♦
Dün gece derbiyi izlerken aklım hep Silivri’deydi. Mahir Polat’ın hücresindeydi. Beş adım ileri, dört adım geri. Arada bir göğe bakış belki. Belki bir Trabzonspor galibiyeti, kalbinin kanayan yerlerine bir pamuk olur muydu?
Ama belki de ne maç umurundaydı, ne skor. Belki de ihanetin yorgunluğu, adaletsizliğin keskinliği o kadar yakmıştı ki canını, futbola yer kalmamıştı.
Yine de ben dün gece, ekran karşısında değildim sadece. Yüreğimin yanındaki boşluğu Mahir Polat’la doldurdum.
Ve dün gece o derbiyi ben ilk kez başkasının kalbiyle izledim.
Topun ağlarla buluşup buluşmadığı değil, bir hücrenin duvarına çarpıp çarpmadığıydı derdim.
Mahir ağabey içerideydi.
Adaletle değil, 'gizli tanıklarla' kilitlenmişti kapısı.
♦♦♦♦♦
Futboldu bahanemiz.
Biz aslında Golyat’a kafa tutmanın şeref tribünündeydik.
Ve Mahir ağabey, orada en ön sıradaydı hep.
Bugün herkes bir takımı tutar.
Ben bir adamı tuttum dün gece: Mahir Polat.
O hala dimdik duruyorsa, biz de henüz yenilmedik demektir.
Bu maç daha bitmedi.
Golyat hala güçlü.
Ama Davut da direniyor.
Ve Davut bir gün o taşı atacak.
Ama o taş, bu defa sadece bir devin alnına değil, tarihin utanç hanesine de saplanacak.