İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması, uzun zaman önce başlatılmış ve bir süre daha devam edecek bir sürece işaret ediyor.
Bugüne kadar Esenyurt, Beşiktaş ve Beykoz belediye başkanları tutuklanmıştı. Ardından bir önceki dönem Sarıyer Belediye Başkanı olan Şükrü Genç tutuklandı. Arada Ataşehir, Kartal, Maltepe gibi belediyelerin personeline operasyon yapıldı.
Şimdi Ekrem İmamoğlu’nun yanı sıra Şişli ve Beylikdüzü belediye başkanları gözaltında. Toplamda yedi belediye başkanı soruşturmalara maruz kalıyor.
Onların yanı sıra İmamoğlu’nun en yakınındaki isimler gözaltına alındı.
Soruşturmaların içeriği tam bir “yamalı bohça”.
Yolsuzluk, rüşvet, ihaleye fesat iddialarının yanında terör örgütlerine destek verme suçlamalarıyla dolu.
Yani hem siyasi hem mali suçlarla ilgili iddialar mevcut.
Son bir not da İmamoğlu’na açılan soruşturma sayısı.
Benim saydığım yedi ayrı soruşturma var.
***
İmamoğlu ve çevresine bu kadar operasyon yapılması, daha doğrusu bütün bu operasyonların İmamoğlu etrafında toplanması büyük bir “siyasi kuşatma” olduğunu gösteriyor.
Bunu kanıtlayan bir başka unsur da çifte standartlı uygulamalar.
Örneğin iktidarın HDK’yla çözüm süreci yürüttüğü bir dönemde, İmamoğlu ve ekibinin HDK’yla seçim iş birliği yaptığı gerekçesiyle terör örgütüne destekle suçlanması son derece absürt.
Terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın mektubunun devlet eliyle Almanya’daki Remzi Kartal’a gönderildiği bir dönemde Ahmet Özer’in aynı isimle görüştüğü gerekçesiyle tutuklanması da anlaşılır gibi değil.
Yolsuzluk iddialarına gelince, iktidar belediyeleriyle ilgili çok daha ciddi iddialar olmasına karşın tek bir soruşturma açılmıyor.
Örneğin, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın önceki dönemle ilgili tespit ettiği yolsuzluklarla ilgili suç duyurularının hiçbiri işleme konulmadı. Şimdiki ve bir önceki İçişleri Bakanları geçit vermedi. Buna karşın Yavaş hakkında 109 ayrı müfettiş incelemesi yapıldı (101’inden hiçbir şey çıkmadı, sekizi sürüyor).
AK Partili belediyelerin ihaleleriyle ilgili haberleri üst üste koysanız gökdelen olur.
Bu çifte standartlar dahi İmamoğlu’nun maruz kaldığı soruşturmaların odağında siyaset olduğunu, Cumhurbaşkanı adayı olduğu için bunlarla karşılaştığını düşündürüyor.
***
Peki bu gelişmeler siyaseten İmamoğlu’nu zayıflatıyor mu?
Kesin bir cevap vereyim:
Hayır zayıflatmıyor. Bilakis güçlendiriyor.
Baskı arttıkça ve İmamoğlu direndikçe halktaki karşılığı büyüyor.
Bu ülkede üniversite öğrencilerinin ilk defa bir siyasetçi için sokağa döküldüğüne dikkatinizi çekmek isterim.
Diğer taraftan İmamoğlu hakkındaki iddiaları kimse umursamıyor, dinlemiyor.
“Kesin bertaraf etmek için yapıyorlar” algısı kamuoyunda yerleşmiş vaziyette.
Devletin gözaltı sonrasında açıkladığı yasaklar, internette bant daraltmalar, iletişim imkanlarını kısıtlamalar da “Haklı olsalar bu yollara başvurmazlar” algısını pekiştiriyor.
***
AK Parti’nin bazı duayen isimleri de bu durumun yaratacağı sonuçları okuyor ve yapılanları anlamlandıramıyor.
Bir kaynağım bana şu soruyu sordu:
“Sence aynı zamanda Hakimler Savcılar Kurulu Başkanı olan Adalet Bakanı Yılmaz Tunç bu işin neresinde?”
Hiç tereddüt etmeden “hiçbir yerinde” dedim.
Benim gözlemim, aynı zamanda bir hukukçu olan Yılmaz Tunç da olup bitenlerin kendi inisiyatifi dışında geliştiğinin, İstanbul’la Beştepe arasında doğrudan bir iletişim olduğunun farkında.
Üstelik, Tunç bu sürece müdahale edemeyeceğini de biliyor.
Bir başka kaynağım, Tunç’un bu gelişmelerle ilgili gerçek düşüncelerini açıklasa, süreci yürütenler tarafından Cumhurbaşkanı’na gammazlanacağını, zor durumda kalacağını iddia etti.
***
Ha bir de şu detaylara dikkatinizi çekeyim:
2007 yazında başlayan kumpas davalarındaki tabloya benzeyen durumlar yaşıyoruz.
O dönemde ekranlara çıkıp gözaltı listesi açıklayan aynı isimler bugün yine ekranlarda gözaltı listeleri açıklıyor.
O dönemde ekranlara çıkıp ne olacağını anlatan aynı isimler bugün yine ekranlarda ne olacağını anlatıyor.
Polis dronlarla falan çekilmiş “seksi” operasyon görüntülerini yine dağıtıyor.
CMK maddelerindeki haklar yine bir bir ihlal ediliyor.
Herkeste bir “ben bu olup bitenleri bir yerden hatırlıyorum” hissi oluşuyor.
Bu da İmamoğlu ve ekibine yapılanların hukuki olmadığı kanaatini güçlendiriyor.
***
Ez cümle, yaşanan süreç Adalet Bakanlığı’nda planlanmıyor. İstanbul’da gelişiyor, Beytepe’de yönlendiriliyor. Adalet Bakanı Tunç da işin siyasi sorumluluğunu almamak için ikide bir “Türkiye hukuk devletidir” gibi cümleler kurmak zorunda kalıyor.
Unutmayın ki bir ülkenin Adalet Bakanı ayda yılda bir konuşup, her konuştuğunda “Türkiye bir hukuk devletidir” demek zorunda kalıyorsa o ülkenin adalet sisteminde bir sorun vardır.