Ne yapalım, bizim de klasiğimiz bunlar. Ne Dostoyevski’miz var ne Tolstoy ne de Victor Hugo’muz! İki takımımız var, ikisinin de içi-dışı yabancı dolu.
Bir maç kazanınca dünyanın en büyüğü, kaybedince “Zaten ben söylemiştim” edebiyatı. Geçen hafta Galatasaray’ı gömdük, sırada Fenerbahçe var. Seç beğen al, onlarınki de edebiyat bizimki de!
Birinin teknik direktörü iki yıl üst üste lig şampiyonu, üçüncü sezonun son çeyreğine puan farkı ile önde giriyor, dışarıda başarısı yok. Diğeri; konusunda dünya devi, almadığı kupa kalmamış.
Ancak açıklamalarına bakınca ikisinin de ortak özellikleri seviyelerinin aynı olması. Kazanınca ikisi de söylemlerinde küstahlıkta sınır tanımıyor. Kaybedince o suçlu, bu suçlu. Ya da farklı ipteki cambazı göstermeler!
KÜLTÜR FAKİRLERİ!
Yöneticiler maçlardan sonra; ihtilal yapmış generaller gibi mikrofonların arkasına sıralanmış, asık suratlı, genelde çirkin, belli bir noktaya düşmanca kilitlenmiş gözlerle; güya ebedi ve ezeli rakibe nasıl sözlü saldırırız modundalar. Bu tiplemelerden olmayan spor kültürleri içerisinde altyapılara önem vererek sporu yüceltmelerini beklemek, ancak İtalya’da Como Gölü kıyısında görülen rüyalarda olur sanırım.
Federasyonumuz rüzgar gülü’ gibi, bugün söylediğinin ertesi gün aksini yapan, sportif sicili filmlere konu olabilecek kadar kabarık. Hangi sportif başarılarının takdiri sonucu göreve geldiği belli olmayan insanlar topluluğu! Başkanları ise “600 sene dünyayı yöneten milletin evlatlarıyız, kendi evlatlarımıza güvenmeyecek miyiz” dedikten sonra güvenmeyerek (!) tarihteki şanlı yerini alan bir şahsiyet.
ÇÖZÜM BELLİ AMA…
MHK’nin başı, sanki yanlış kurula atanmış aslında girişimcilik ekosisteminin kanaat önderi ve yapmış olduğu inovasyonlarla Türk futboluna kuş konduracak gibi söylemlerin sahibi! 2 Ocak’ta TV’leri işgal ederek saatlerce “Hakemlik için şirket kuracağız, danışma kurulu atama yapacak, yapay zeka da üzerine krema sürecek” gibi cekcak’larla, 17 Ocak’ta ilk atamanın bu yöntemle yapılacağını müjdelemişti. Ama hangi yıl olduğunu belirtmediği için “17 Ocak” hafızalarımızda ‘izafi bir zaman birimi’ olarak yerini aldı. Kendisinin koltuk işgali ise hala devam ediyor!
Yapılması gereken ne? Acilen önce Türk sporunun başına saygın, güvenilir, liyakat sahibi, özgül ağırlığı olan bir insan getirilmeli. Devamında federasyonların seçim sistemi tam bağımsızlığa kavuşturulup, yetkin insanların işe koyulmasının önü açılmalı. Federasyonlar kendilerinden bağımsız hakem ve disiplin gibi kurulların oluşması için adım atmalı. Hakem işlerinin başına herkesin hemfi kir olacağı tertemiz kalmış insanlar getirilmeli. Ve dahi en önemlisi; siyaset spordan elini, kolunu, ayağını yani tüm mevcudiyetini çekmeli.
ÇÜRÜMÜŞLÜĞÜN İÇİNDE YOLLARINI KAYBETTİLER
Jenerasyon değişiklikleri her zaman sıkıntılıdır. Ancak bu sefer doğru düzgün bir geçiş planı yapılmadan sık sık federasyon ve MHK değişikliği, zaman içerisinde kirlenen ilişkiler, hakemlerin bölünüp parçalanması, bazı hakemlerin bazı kulüp ya da gruplarla vıcık vıcık ilişkiler içerisine girmesi, illegal bahisin sporu teslim alması vb. sebeplerle durum işin içinden çıkılmaz bir hal aldı ve geçiş derken, geçemeyip derede boğuldular.
Gelinen noktada hakemlik 50 yıl geriye götürülerek yabancı hakem ile tabuta son çivi çakıldı. İlginç olan ise bunun spor kamuoyuna bir başarı gibi sunulmasıydı. O kadar hadsizleşenler oldu ki yaptıkları işi “Adaleti getirdik” söylemi ile süslediler.
Konunun aktörü hakem camiası ne yaptı? Yanıt kocaman bir hiç. Çünkü yıllarca bu kötü gidişata dur demedikleri için, onun bunun adamı olmayı mevcudiyetin doğru kuralı zannettikleri için hepsi aynı gemide boğuldu. Hakem dernekleri ya da örgütlerine hiç girmiyorum, çünkü hepsi bu çürümüşlüğün içerisinde yönünü kaybetmiş durumda.