Beşiktaş’ın stadında adeta Halil Sezai konseri gibi tatsız, tuzsuz, keyifsiz bir mücadele vardı. Asırlık bir çınarın, bütçesinin altıda biri kadar mali güce sahip bir rakip karşısında doğru düzgün bir varlık gösterememesi; geçen hafta da ligde adı olan ancak kendisi olmayan Adana Demirspor’a bile kaybetmiş olması; artık bu maçların siyah-beyazlılar için teferruattan öte bir şey ifade etmediğini gösteriyor.

Maçın özeti: Bir topun peşinde 22 oyuncunun koşup durması, amaçsız, bilinçsiz…

Yaşayarak öğrenmenin maliyetini karşılayacak bir finansman kaynağı henüz icat edilmedi. Görünürde ödenen bedeller, ödenemeyen asıl borcu ertelemekten başka bir işe yaramıyor. Hal böyleyken olup bitenden ders çıkaran var mı? Tabii ki hayır.

Hatırlayın, Beşiktaş’ın Gordon Milne ile 80’lerin sonuna doğru kazandığı başarıların arkasında yatan basit formül; kulübün altyapısından yetişmiş oyuncularla takımın iskeletini oluşturmaktı.

Öncesinde Trabzonspor’un 1975’te başlayıp yıllarca süren başarılarının arkasında da yine bölgede yetişmiş, yörenin çocukları ile oluşturulan takım iskeleti olduğunu hatırlayın. Altyapıdan yetiştirdiği oyuncularla Galatasaray’ın yıllar önce içerde ve dışarda kazandığı kupaları anlatmaya ise hiç gerek yok. Sonrası mazide kalan şanlı tarih…

Günün sonunda gazeteci Özlem Gürses’in kelepçeli görüntüsünü görünce "Beşiktaşınız da sizin olsun, Galatasarayınız da Fenerbahçeniz de" demek geliyor insanın içinden. Dediğimi anlamak istemeyenin bagajında ne olduğu ise herkesin malumu!

Bu vesile ile manasız maç Allah’tan fazla uzamadı da rahat bir NEFES aldık…