Ülke olarak bir kez daha dibe vurduğumuz şu günlerde bile konu futbol olunca hayatın dinamiklerinin değişmesi, izahı olmayan toplumsal bir paradoks.
Eğlenmek için izlediğimiz şeylerden ihmal, kural tanımazlık, hukuksuzluk gibi temel değerlerimiz sağlam olmadığı için en ufak bir zevk almadan ilgilenmek, yüzünü Ortadoğu’ya dönmüş bir ülke için artık şaşırtıcı gelmiyor.
Batı’nın Doğu’ya yakıştırdığı yorumlama şekli olan ‘oryantalizm’i haklı çıkarmak için gösterdiğimiz enerjiyi iyi yaşamak için kullanabilsek belki de her şey çok daha güzel olacak ama…
Maça gelince… İki takımın da sıkıntılar içerisinde olduğu malum. F.Bahçe’nin “Kazanamıyorsan kaybetme, bana 1 puan yeter” bakış açısı içerisinde defans ve orta sahaya yoğunlaşması ve artık yan pasların futbolcularda kas hafızası haline dönüşmesi, beraberinde hücumda da çoğalamama sorununu getiriyor.
İkinci yarı Lyon’un baskıya Fenerbahçe ceza sahası önünde başlaması ve oyunu yavaş yavaş ön sahaya yıkması beraberinde kaleyi şutlarla yoklamaya başlaması, Fenerbahçe’yi tedirgin etti. Kaptıkları topları hızla ön sahaya taşıyan Lyon, Fenerbahçe’nin ağır ayaklarını genelde avantaja çevirmeyi başardı.
73’te Dzeko’nun, 82’de Cengiz’in oyuna girmesi hücumda biraz umutlandırsa da Mourinho’nun “1 puan iyidir” bakış açısı bu takımın iliklerine kadar işlemiş gibi gözüküyor.
87’de Osayi-Samuel’in kaptırılan top sonrası çaresizlik içerisinde rakibini tehlikeli bir şekilde yere indirmesi, Fenerbahçe seyircisinin sezonun ortası gelmesine rağmen korkulu rüyalar görmekten hala kurtulamadığını da göstermiş oldu.