Outlet mağazalarda üstümüze başımıza bir şeyler arıyor, indirime girmiş ürünler peşinde koşuyoruz. Temel ihtiyaçlarımızı karşılamak için kampanyaları takip ediyoruz. “İndirimde buldum, aldım”, “Markette deterjan kampanyası var” gibi cümleler gündelik hayatımızın en heyecan veren ifadeleri oldu. “Ben kaçırdım indirimi” diye kahırlanmak da varmış bu dünyada onu da gördük.

Alışveriş bittiğinde dehşet içinde faturalara bakmak, market arabasını hâlâ doldurmayı başaranları kıskançlık ve düşmanlık karışımı duygularla süzmek, sanki genlerimize işlemiş refleksler oldu.

Sık sık “Ne zaman bu hale düştük” diye birbirimize sorsak da sanki Türk filmlerinin o klişesi “Kader ağlarını yavaş yavaş ördü” demekten başka bir açıklama bulamıyoruz. Neredeyse hepimizin ruh hali balkona çıkıp, avaz avaz “Artık yeterrrrr” diyeçığlık atacak duruma geldi.

Kendimizi kıstırılmış, sıkıştırılmış, boğulmuş, çaresiz ve yalnız hissediyoruz.

Bir sabah uyanıp “kabusmuş” demek için can atıyoruz. Ancak o sabah hiç gelmiyor. Günler birbiri ardına dizilmeye devam ediyor. Çeyrek asrı bulan bir sürecin sonunda elimizde avcumuzda ne varsa yitirmiş, köşeye kıstırılmış, kalakaldık…

Üstelik bu işlerin içinden nasıl çıkacağımıza, bizi bu kabustan kimin uyandıracağına ilişkin bir fikrimiz de yok… O kadar çok defa aldatıldık, o kadar çok defa yenildik ki…

Kelimenin tam anlamıyla sözün bittiği yere gelip demirledik…

Yakın zamana kadar birileri şu günlerde yaşadıklarımızı film yapsa “saçmalamış” derdik, ama artık hayatımızın gerçekleri haline geldi.

Tam 22 yıl 1 ay 18 gün önce büyük vaatlerle iktidara geldiler, sonra krizden krize, kaostan kaosa yol aldık. Sonuncusu ise çok ağır bedeller ödememize neden oldu. “Nas ne gerektiriyorsa o” diye fitili bizzat iktidar tarafından ateşlenen ekonomik krizin külleri hâlâ sıcak... Bir kez daha sandıkta ipi göğüslemek için arkasına topladığı tarikatlara, dergahlara bir işaret fişeği olarak sarf edilen o sözler krizi tetikledi. Birileri iktidardan aldığı güçle servetine servet katarken, milyonların sofrası küçüldü.

Dönemin Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati “Neo klasik ekonomi düşüncesinden epistemolojik bir kopuş” dedi. Biz de tüm ekonomik iktisadi gerçeklikten koptuk. İktidar seçim kazandıracak bir kumpanya peşine düşerken, bizim payımıza da indirim kampanyalarını kovalamak düştü. İndirimli zeytinyağı, kampanyalı tuvalet kağıdı peşinde koşturmaya başladık. O güne kadar hayatımızda sadece deflasyon, stagflasyon ve enflasyon vardı. Şükür bu kriz sayesinde hepimiz ‘skimpflasyon’, ‘Slumpflasyon’, ‘shrinkflasyon’ demeyi öğrendik.

Sonra Nebati de gitti, eski Maliye bakanı yeni kurtarıcı Mehmet Şimşek, Hazine ve Maliye Bakanlığı koltuğuna oturmadan “Nas’ı” unutup, herkesin gözünün içine baka baka “Rasyonel politikalara dönüyoruz” dedi. O rasyonel politikalara dönmenin faturasını da bize kestiler.

Bugünlerde Ankara’da, Şam’da yeni bir ‘epistomolojik kopuş’un tüm emarelerini görmeye başlayınca hep birlikte “Asıl şimdi hapı yuttuk” demekten kendimizi alamıyoruz. Görünen o ki; hâlâ ödemek zorunda olduğumuz daha çok bedel var.