“Vacibi”, İslam’a göre yapılması uygun olan demek.

Son yıllardaki yüksek enflasyon; firmaların fiyatlandırma stratejileri ve kârlılık üzerinde büyük değişimlere yol açtı.

Eş dostla aramızdaki sohbetlerin ana konusu, işletmelerin kâr marjı oluyor…

Halkın geçinemediği acı hakikat. Ve genellikle deniyor ki; şirketler, giderlerinin çok üstüne kâr elde ediyor!

Öyle mi gerçekten?

Keza: Erdoğan da bazen sert çıkışlar yapıp kâr marjlarını baskı altına almaya çalışıyor. Firmaları hedef haline getiriyor…

Şirketler ise, enflasyon sebebiyle artan maliyetlerden şikayetçi olup, bunu fiyatlara yansıtmak zorunda olduklarını söylüyor. “Sattığımızı aynı maliyetle üretemiyoruz.”

Kim haklı? Halk mı, firmalar mı? Bu durum Kadı Nasrettin Hoca’nın “sen de haklısın” fıkrasına benziyor!

Şaka bir yana; kâr marjları meselesi hem ekonomik istikrar hem de firma düzeyinde sürdürülebilirlik açısından kritik sorun.

“Vacibi”/uygunluk üzerinde ehemmiyetle durmak zorundayız:

Türkiye “Sosyalist” Devleti

Şu gerçeği bilmek zorundayız:

Kâr marjlarını belirleyen en önemli faktörlerden biri, fiyatlama gücü. Ki, Türkiye’de enflasyonun sektörlere göre kâr marjları üzerindeki etkisi farklı. Örneğin:

-Eğer firmalar talep esnekliği düşük olan sektörde faaliyet gösteriyor ise, -temel gıda ürünleri veya enerji gibi zorunlu tüketim malları- maliyet artışlarını fiyatlara daha kolay yansıtıyorlar…

-Eğer firmalar rekabetin yüksek olduğu -otomobil veya elektronik gibi lüks tüketim malları gibi- sektörlerde faaliyet gösteriyor ise, tüketicilerin alım gücünü kaybetmesi nedeniyle fiyatları sınırsız artıramıyor. Bu durum, kâr marjlarının daralmasına neden oluyor. İşte bu nedenle:

Sadece 2024 yılında mahkemeler tarafından toplamda 1723 şirkete konkordato geçici mühlet kararı verilirken, kesin mühlet kararlarının sayısı ise 827 oldu. Yıl boyunca 701 konkordato başvurusu reddedilirken, 132 iflas kararı ve 114 tasdik kararı alındı…

Karşımızda neoliberalizm krizi var. Bu ideolojinin sorumluları kimler, kimse çıkıp özeleştiri yapmıyor, “topu” birbirinin üzerine atıyor. Herkes birbirini suçlarken temelde yatan gözden kaçırılıyor.

Hiç unutmuyorum:

Tarih, 24 Kasım 1994.

Özelleştirme Yasası Meclis’ten geçince Başbakan Tansu Çiller kürsüye çıkıp, “Türkiye, coğrafi bölgesindeki son sosyalist devlet olmuştu. Biz onu yıktık” dedi.

Siyasi hayatımızda, benzer siyasi kandırmalar hep oldu. Aslında o dönem meselenin özü şuydu: 5 Nisan 1994’te büyük devalüasyon yaşandı; dolar 40 TL’ye fırladı!

Çiller hükümetinin aldığı kararlar yoğun işsizlik dalgasına neden oldu ve gelir dağılımında ücretliler açısından adaletsizliğe yol açtı. Büyük sermaye sahipleri gerek döviz yatırımıyla ve gerekse uygulanan yüksek faizle büyük paralar kazandı. Diğer yanda yaşanan durgunluk birçok firmayı ya küçülttü ya da iflas ettirdi…

Evet yine ağır kriz vardı; yine kamu malları satıldı ve yine rant zenginlere, yabancı spekülatörlere aktarıldı.

Bugün değişen ne?

Sadece ne yıkılan “sosyalist devlet” bahanesi, ne de satılacak kamu malı kaldı…

Osmanlı “Sosyalist” Devleti

Fiyat artışı araştırması gibi Osmanlı’nın ekonomi hayatına dair bizde pek tarihsel çalışma yok. Ömer Lütfi Barkan, Halil İnalcık gibi tarihçilerimizin sayısı maalesef az oldu. “Ekonomi” deyince akla hep Karl Marks geldi ve bu da suçtu!

Ama… Genel olarak bildiklerimiz var:

Osmanlı’da üretim kitlesel talep sonucu değil, ihtiyaçlara göre belirlenirdi. Mesela:

Narh, piyasada alım satım yapılan ürünlerin fiyat tavanının belirlenmesiydi.

Kadı başkanlığındaki komisyon, kârlılık oranı yüzde 10-20 arasında belirlerdi. Bahar, güz ve kış ortasında olmak üzere üç kez fiyat tespiti öngörürdü...

Tespit edilen fiyatlar bedesten, arasta, açık pazar gibi satış mekanlarına asılırdı.

Fiyatlar belirlenince piyasa kendi başına bırakılmazdı. Kadı, zanaat loncası başı ile sadece fiyat denetimi değil, kalite kontrolü ve tartı aletleri için damgalama yapardı.

Padişahlar için piyasanın kontrolü mühim devlet işlerinden idi. Bazen sadrazam pazara giderek fiyatları denetlerdi. Uymayanları çarşı içinde kimi zaman kendi cezalandırırdı! Hele üç kritik üründe; ekmek, et ve pirinçte yapılan usulsüzlüğün cezası ağırdı...

Osmanlı pazarında amaç, daha çok kâr etmek değil, helal kazanç sağlamak idi.

Osmanlı iktisadi sistemi, bireyci modele değil, İslami toplumsal yaşamı önemseyen hayat tarzını hedefledi.

Neymiş, Çiller “son sosyalist devleti” yıkmış; aslında Çillerler ahlâki iktisadı yıktı.

Bugün yaşadıklarımız bunun sonucudur; derine kazılmadığı sürece benzerleri yaşanmaya devam edecektir: Kapitalizm
krizsiz olmaz.