Yazıyı yazmaya oturduğumda içimden dedim ki:

- Siyasi atmosfer çok gergin bu konuyu ertelesem mi?

Sonra dedim ki, otuz sekiz yıllık gazeteciyim hangi dönem siyasi stres yaşamadık ki?

O halde: İnsanların kuyusunu kazmak yerine bilgi birikimimizi, onca yıllık tecrübemizi sorunları çözmek için kullanmak gerekmiyor mu? Evet, yüzeysellik yerine derine kazmak şart…

Şunu demek istiyorum; Erdoğan ya da İmamoğlu’nun diplomaları polemiği yerine, o mezuniyet belgesinin verildiği üniversitelere
odaklanmak gerekmiyor mu?

Günümüzde salt Türkiye’de değil, Batı’da da yeni bir “orta çağın” yaşanmasında, üst seviyede eğitim vermesi, araştırma yapması ve bilgi üretmesi gereken üniversitelerin
payı nedir?

Siyasi-toplumsal sorunlarımızdan; eleştirel düşünme becerisini kaybetmiş, fikir üretemeyen, hayattan izole olmuş, kariyerist odaklı üniversiteler ne kadar sorumlu?

Üniversiteler şirket, öğrenciler müşteriye dönüştürüldü.

Artık düzenin onarıcısı bile değil, aksine yıkıcısı hale getirilen üniversite gerçeğini konuşmamız gerekmiyor mu?

Montreal Üniversitesi’nde “bilgi ekonomisi” dersi verirken gerçekle yüzleşen Catherine Martelline, “diplomam canımı acıtıyor” deyip akademisyenliği bıraktı!

Keşke Türk siyasetindeki diploma tartışmasına
başka perspektiften bakabilsek…

Aman yanlış anlaşılmayayım

Arkadaşım Haluk Hepkon etkilendiği kitapları, okumam için bana tavsiye eder. Son önerdiği, Cambridge Üniversitesi’nden Prof. Ayşe Zarakol’un araştırması olan “Batı’dan Önce/Doğu Dünya Düzenlerinin Yükselişi ve Düşüşü” kitabı oldu.

Eserin özünü; uluslararası tarihin ve dünya siyasetinin Avrupa merkezci olmayan bir çalışma olması oluşturuyor. 13’üncü yüzyıl itibarıyla dünyanın merkezi olan Asya’nın ekonomi-politiği gözler önüne seriliyor.

Alternatif tarih yazımı her daim ilgimi çekti. Okudum. Yararlandım.

Mesela, Liberal Uluslararası Düzen’in çökmekte olduğu endişesinin ele alındığı bölüm, Trump başta olmak üzere günümüz dünya siyasetini kavramak için anlamlı veriler sunuyor…

Kitabı okumanızı tavsiye ederim. Ancak:

Kitabın içeriğinden çok yedinci bölümdeki yazarın “savunması” dikkatimi çekti: “Ben ‘Avrasyacı’ Mıyım?”

Şöyle yazıyor:

- “Kendi kimliğimin, bu kitapta savunduğum bazı argümanları okuyucunun gözünde şüpheli hale getirebileceğinin farkındayım.

- Ankara’da doğdum, İstanbul’da yetiştim, şimdi de Avrupa ve Batı’nın modern dönem uluslararası düzenleriyle kıyaslanabilecek, Asya ve Avrasya ‘dünya düzenleri’ni gün ışığına çıkardığını iddia eden bir kitap yazdım.

- Ortaya koyduğum anlatı ağırlıkla, Asya’da Türk-Moğol etnik-dilsel grubundan hanedanların oluşturduğu ağ hakkında. Bu nedenle, okuyucunun bu son sayfalara, Avrasyacılık ya da Pantürkizm gibi siyasi bir projeyle ilişkili bir çeşit gizli gündemim olduğundan ya da Asya’nın 21. yüzyılda Türk liderliği altında birleşmesini savunduğumdan şüphelenerek gelmiş olabileceğinin farkındayım. Bunlar, hayatta savunmayacağım şeyler olsa da bu şüpheyi kayıtsızca göz ardı etmem istemem…”

Bu satırları okuyunca “bir ressamın eserinin ne anlattığını ifade etmesi gibi olmuş” diye düşündüm! Neden böyle savunma yapma gereği duydu Prof. Zarakol?

İşte… Günümüz üniversitelerin pürmelali tam da budur: Aman yanlış anlaşılmayayım!

Entelektüelin ölümü

Düşünce insanı Bertrand Russell’ın 1948’de başlattığı BBC radyoda yayınlanan Reith Konferansları’na 1993’te konuşmacı olarak Filistin asıllı Prof. Edward Said davet edildi. Konu, “Entelektüelin Temsili” idi.

Davet, İngiliz medyası ve kamuoyunda sert tepki gördü; “Filistin’in bağımsızlık savaşına aktif katılan biri BBC’de konferans veremez!”

İngilizlerin bir entelektüele bile tahammülü yoktu. Ki, “savaşçıdan” kastettikleri, Said’in, Filistin (ve Doğu) meselesinde sömürgeciliğe karşı ödünsüz makaleler, kitaplar yazmasıydı...

Entelektüel ile akademisyen arasındaki fark tam da bu; zamana (ve kurumlara vd.) yenilmemek!

Entelektüel şöhreti, ödülü, makamı önemseyip, nabza göre şerbet veren değildir.

“Aman yanlış anlaşılmayayım” derdi/meselesi olmayandır ve gerektiğinde bedel ödeyendir.

İflah olmaz ölçüde bağımsız bir ruhtur. Kendini açıklama ihtiyacı duymaz!

Lakin günümüzde üniversiteler, entelektüeli yok etti/ediyor. Akademisyenden, üniversiteye fon getirecek çalışmalar yapan prezantabl profesyonel olması bekleniyor!

Öğrencisini, akademisyenini köşeli kalıba sokmak isteyen üniversitenin farklı olana tahammülü yok, baskıcı.

Bu tür nedenlerle, bilimsel çalışma yapan Prof. Ayşe Zarakol “aman beni yanlış anlamayın” demek zorunda hissediyor kendini.

Oysa. Biz kendisinin yazdığı olgular ile ilgiliyiz, siyasi kimliği ile değil!

Ama Prof. Zarakol’u anlayabiliyorum; çalışmaları -Batı merkezci tarih anlayışı gibi- güçlü ideolojileri rahatsız eden akademisyenlere bunun bedelini ağır ödetiyorlar. Bunlar sadece, “politik doğruculuk” ile bir iki vitrin süsüne ihtiyaç duyuyor!

Üniversite gerçeğiyle yüzleş(e)miyoruz. Bunun yerine yıllardır inatla “diploma” polemiği yapıyoruz. Ahlaki açıdan iflas etmiş siyasi vasata teslim olmaktır bu…