İki Çorum/İskilipli:

Biri, yıllardır Türk kimliği üzerine çalışan Prof. Dr. Abdulhaluk Çay

Diğeri, Kürt sosyolojisi üzerine yıllardır çalışan Dr. İsmail Beşikçi

Nedense kafamda şu bilgi kalmış; aşağıda yazacağım kitabın yazılışında Prof. Çay’ın katkıları oldu…

Yıl, 1982. Kara Kuvvetleri Komutanlığı Yayınları “Hizmete Özel” gizlilik duyurusuyla kitap çıkardı:

- “Türkiye’de Yıkıcı ve Bölücü Akımlar.

Askeri personele dağıtılan kitap zamanla sahaflara düştü, kütüphanemde mevcuttur.

Kitabın 43 ve 44’ üncü sayfalarında, “Kürt kimdir” sorusuna yanıt şöyle verildi:

- “KÜRT:

Dağların yüksek kısımlarında, tepelerde yaz ve kış aylarında erimeyen karlar vardır. Bu karların üzeri, güneş açınca hafif eriyerek buzlaşır, camsı parlak ve sert bir tabaka ile kaplanır. Üst kısmı sert, altı yumuşak kardır. Bu karın üzerinde yürüyünce, ayağın bastığı yer içeriye çöker ve Kart-Kürt diye bir ses çıkarır. İşte bu sese izafeten sıkışmış kara-yatkın kara Kürt kar veya Kürtün denmektedir.

Bugün hâlâ Anadolu’nun birçok yerinde ve Azerbaycan da fırtına ve rüzgârın sürükleyip getirdiği ve çukur yerlere doldurduğu sıkışmış kara Kurtuk-Kürtük veya Kürtün denmektedir.

Yüksek yaylalarda ve karlı bölgelerde yaşayan TÜRKlere Kürdak’lar
denmiştir...”

Devam edeyim:

Kürdü yücelten anlayış

12 Eylül 1980 askeri darbesi ürünü olan bu anlayış yıllarca o sözü alay konusu etti:

- “Kürtler, karda yürürken kart-kurt ses çıkaran Türklerdir.”

Bu konuya bambaşka açıdan bakıyorum. Bir yerde olumluluk içeren anlamlı bir benzetme olduğunu düşünüyorum!

Açayım:

Irk teorisine göre bir “üstün insan” (Aryan) bir de “insan altı” kabul edilenler var. Örneğin:

Nazilerin ırk hiyerarşisine göre; Yahudiler, Slavlar, Romanlar, Siyahlar gibi kimi etnik gruplar ırksal olarak aşağı insanlardı! Ve yeni dünya düzeninde bunlara yer yoktu; bu insanlar/kan sertifikası veremeyenler “hijyen” amacıyla soykırıma uğradı. Büyük vahşet yaşandı…

Yukarıdaki söz Türkiye’de ırkçılık olmadığına dair en güçlü kanıtlardan biri değil mi? Baksanıza:

Kürt’ü “insan altı” kabul etmiyor…

Kürt’ü “aşağı ırk” görmüyor…

Bendensin” diyor. Yüceltiyor; eşit vatandaş sayıyor.

Bu yazının konusu kuşkusuz “Kürt vardır”-“Kürt yoktur” tartışması filan değil. İnsan kendini hangi etnik gruba ait görüyorsa-hissediyorsa kimliği odur. Nokta. Ki bu, bu yazıda konumuz değil…

Konumuz, “benmerkezci” önyargıları yıkmak; olaylara farklı açıyla bakabilmek, şeffaf olabilmek…

Devlet Bahçeli’nin öncüsü olduğu Milli Çözüm Süreci’nde atılacak en değerli adımlardan biri budur.

Bu, her iki tarafında birbirine güvenmesiyle mümkün olacaktır. Şüphe, ayrılık sebebidir.

Dünyanın asli gerçeği, herhangi bir grubun hiçbir yerde ezelden beri var olmadığıdır. Herkes bir süre önce başka yerden göç etti.

Demek oluyor ki: Anadolu topraklarında barış içinde bir arada yaşamaya/kardeşliğe mahkumuz.

Kim ki; Bahçeli’nin niyetini değil, sözlerini siyasi malzeme konusu yapıyor, o süreci baltalamak istiyordur. Barışa yönelik siyasi enerjiyi sönümlemek gayretindeler. Yazık.

Etnik fanatizm tuzakları

Kimlikler haritasında gezmek çetrefilli iştir.

Son kırk yılda neoliberalizm “liberal virüs” ile etnisitenin ne kadar vahşileştiğini görüyoruz. Bunun önüne geçmek için;

insanlar gerçekleri dikkatli analiz etmeli; belirsizliklere yenilmemek için masallardan uzak durmalı. Engels’in dediği gibi “yanlış bilinç”, meselenin özünü saptırır.

O halde:

Milli Çözüm Sürecinde, irade, kararlılık ve denetim şarttır.

Bunun ötesi çözümsüzlüktür, kan vahşetidir, ekonomik krizin sürekliliğidir…

Devlet Bahçeli’nin cesaretle yaptığı iradesi ve kararlılığı tüm siyasete hâkim olmalıdır.

Muhtemelen İmralı Heyeti’nin bayramdan sonra yapacağı Erdoğan görüşmesi, -barışın oyuna getirilmemesi için- denetim konusunu netleştirecektir. Bunu kuşkusuz sadece iktidar/Erdoğan yapabilir…

Bakınız:

Kimse küçümsemesin; dünyanın merakla ve hayranlıkla izlediği bir çözüm süreci içindeyiz. Kimi iki yüzlü karanlık ellerin faaliyet içinde olduğunu görüyoruz; “etnik fanatizm” tuzaklarına düşmemek gerek…

Umarız barış; ülkede artan gelir dağılımı eşitsizliğine, emekçi halk lehine son verir. Yani, mesele salt silah bırakmak değildir; Türkiye’de herkesi kucaklayacak daha büyük barışa yol açacaktır...

Umarım el sıkışma/tokalaşma, ülkedeki ekonomi-politik kaosa son verip demokratikleşmeye yol açar.

Sonuçta kazanan biz/hepimiz oluruz.