Türkiye’de modern reklamcılık tarihi denince akla ilk gelen isim Eli Acıman olur herhalde. İlk reklamını Vakko şapkası için 1943’te yaptı.

İkinci Dünya Savaşı bitimi ve Türkiye’nin yeni ekonomik sisteme geçmesiyle reklam firmaları kurdu. Vehbi Koç şirketleri ile çalıştı…

Türkiye, 1980’den sonra neoliberal iktisat sistemine geçince reklam sektörü ve itibarıyla reklam şirketleri büyüdü. Yeni sistem sadece iktisadi hayata değil, siyasete de reklamı soktu.

ANAP kurucusu Turgut Özal’ın reklam kampanyasını yapan Eli Acıman’ın reklam şirketi Manajans oldu. Reklamlarında Özal’ın eline sadece dolma kalem vermediler, “iş bitirici” imajı doğurdular.

O dönem, 12 Eylül askeri darbesi ile neoliberalizm ittifakın solu ezip biçtiği süreçti. Zulümden kaçan, dönekleşen solcuların sığındığı limanlardan biri de -özel sektör ile koşut büyüyen- reklam sektörü oldu. Duvara slogan yazan, bildiri yazan, dergilere makale yazan solcular reklam metni yazmakta hayli başarılı oldu. (Bu öğrencilerden -bir dönem TİP lideri Behice Boran’ın konuşma metnini yazan- Ersin Salman ve yayıncı Nazar Büyüm arka arkaya geçen ay hayatını kaybetti.)

Manajans siyasi reklamcılıkta da öncülük üstlendi, siyasi partilere kampanya yapan çok ajans buradan çıktı.

İdeolojiler sözde “ölmüştü” ve birbirine benzeyen partilerin farkını ancak reklam aracılığıyla göstereceği dönem başlamıştı!

Ki, medya-politika-halk ilişkisi kökten değiştiriliyordu…

Pazarlamaya dönüşen siyasi anlayış

Neoliberalizm ile doğan küreselleşme kavramı toplumsal-siyasal yaşamda geniş çaplı değişimlere sebep oldu. Örneğin:

Siyaset üretimi/seçim kampanyaları topluma veya seçmene değil, salt politik partilere ve liderine hizmet etmek için hazırlanır oldu.

Evet, siyaset toplum için değil, birey için yapılmaya başlandı; kişiselleştirildi! Halkın talepleri ışıltılı ambalajlara sokulup içi-içeriği boşaltıldı. Parti mesajları reklam cıngılı gibi basit, akılda kalıcı oldu...

Bu durum siyasette, konuların değil anlık olayların ve karizma gibi iletişimin stratejik kullanımına dayalı özellikleri öne çıkardı.

Ve:

Siyasi reklamcılık alanına zamanla -kerameti kendinden menkul- profesyoneller girdi. Bunlar siyaseti biçime indirgedi; “üç düğmeli ceket giyme”, “gözlüğünü değiştir” gibi…

Devreye pop müzik sokuldu. Yani:

Başta ABD olmak üzere ithal küresel etkiler, adeta süzgeçten geçirilmeden kullanılarak partileri yönlendiren kampanya teknikleri temel belirleyici oldu. (Keza: Sözde yurttaş eğilimini ölçen kamuoyu araştırmaları da siyaseti yönlendirme aracı oldu.)

Kurnaz kopyacılar, iyi siyasi kampanya yürütücü ilan edildi! Bunlar “seçimi biz kazanıyoruz” demeye başladı; siyasi programın-konjonktürün filan önemi yoktu hiç! Kendilerine hak ettiğinden fazla değer verenler parti yapılarını, parti içi demokrasiyi böyle böyle erozyona uğrattı. Temel politik kriterler gözden düşürüldü.

Sonuçta… Siyaset reklama büründükçe inandırıcılığını kaybetti. Politikacı zamanla reklamcı gibi “güvenilmez” hale dönüştü!

Ki bu dönüşüm daha başka tehlikeler de doğurdu: Büyük bütçeli siyasi kampanyalar partilerin-liderlerin para kaynağını bulma konusunda da siyaseti yozlaştıran bir hal aldı.

Siyasetten soğuma, ilgisiz olma böyle durumlar sonucu gerçekleşti.

Halkın politikasızlaştırılması ülke siyasetine egemen oldu.

Marteniçka bileklikten kırmızı karta

Bu yeni siyaset anlayışında reklamın “ikiz kardeşi” medya oldu.

Medyada “görünür” olmayan politikacı kendini “yok” saydı/sayıyor. Var/görünür olabilmek için ne hale düştüğünün farkında olmaksızın türlü türlü “numaralara-kılıklara” girdi/giriyor! Reyting, tık almak için medya figürüne dönüşüyor! Saç boyayarak lider mi olunur yahu?

Siyaseti 1980’lerde öğrenenler, politik makyaj sistemine tamamen teslim oldu. Seçimi, medya sayesinde kazanacağını sanıyor!

CHP’de Baykal ile başlayan, Kılıçdaroğlu ile devam eden süreç Özgür Özel ile sürüyor…

Kırmızı kart çıkarma teklifi tüm yukarıda anlattıklarımın son örneği... Ciddi bir ekonomik kriz yaşayan ülkede iktidara gelmeyi hedefleyen parti geniş kitlesel desteği kırmızı kart gösterme gibi medyatik kampanya ile mi sağlayacağını düşünüyor?

Siyaseti, yüzeysel popülist kampanya gösterilerinden çıkarmak şart. “Değişim” böyle olmaz. Kim veriyor bu akılları?

CHP’de siyaset yapma; otuz yıldır dönüp dolaşıp kongre salonuna Ricky Martin şarkısıyla çıkmak gibi bir absürtlüğe gelip dayanıyor. Pes artık.

Hâlâ farkında değiller; yerlilik-ulusalcılık söz ile olmuyor, öncelikle bu tür ithal liboş vasatlıktan/bataklıktan kurtulmak gerek. Atatürk’ün partisine yakışmıyor.

Hedef, büyük yıkıcı neoliberalizm ile mücadele etmektir. Bu da onun “silahlarını” kullanarak olmaz. Halkçı parti programına sarılarak olur…

Özgür Özel’in Kılıçdaroğlu’ndan bir farkı olsun değil mi? Biz bu sol görünümlü reklam kampanyasını yaşadık daha önce çünkü…

Marteniçka bileklik gibi şekilcilik ile seçim kazanılmayacağını öğrenmediniz mi?