Dünün en çok ilgi çeken, kahkaha fırtınası yaratan açıklaması ile başlayalım.

AKP Sözcüsü Ömer Çelik günlerdir süren suskunluğu bozdu ve sosyal medyada “ne bu, fıkra mı?” tepkilerine neden olan şu açıklamayı yaptı.

-İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik dosya hakkında bilgimiz yok. Siyasetçinin yapması gereken yargı sürecini izlemektir…

Ardından şu sözleri de ekledi çelik:

-Cumhur İttifakımızın adı demokrasi ile yan yana yazılır, darbenin karşısına yazılır…

Tumturaklı sözlerdi tabii; ancak nedense pek ciddiye alınmadı hatta “kısa fıkra” olarak algılandı! Yanıt CHP Sözcüsü Deniz Yücel’den geldi:

-Külahımıza anlatın!

Sizi bilmem ama ben gülümseyerek dinledim… Ancak dün yaşananlar bırakın gülümsemeyi bir tarafa, “tarih babanın” kara kaplı defterinde yer alacak derecede “kara-komik” açıklamalar, olaylar ve kararlarla doluydu.

-Gelin birlikte gözden geçirelim…

Yasaklar ülkesi!

Mesela, Ankara ve İzmir valiliklerinin art arda aldığı yasaklama kararlarına bakalım: İki kentimizde de 5 gün süreyle eylem yasağı getirildi. Gerekçe neydi peki? Ankara valiliği şöyle diyordu gerekçesinde:

-Sosyal medya üzerinden yapılan çağrıların protestoları büyütme ve şiddet eylemlerine riski taşıması. Bu nedenle halkın güvenliği ve kamu düzenini korumak amacıyla 21 Mart 2025 saat 14’ten 25 Mart 2025 saat 23.59’a kadar tüm açık ve kapalı alanlardaki eylemler yasaklanmıştır.

İzmir’in gerekçesi de aynıydı… Bir de miting, gösteri, yürüyüş, kapalı salon toplantısı gibi yasaklara neler eklendi ona da bakalım:

-Basın açıklamaları, çadır kurma, imza kampanyaları, el ilanı dağıtımı, pankart ve afiş asılması gibi etkinlikler.

Bu yasaklara uymayanlara adli ve idari işlemler uygulanacağı da duyuruldu. İstanbul ve İzmir’de de aynı eklemeler kamuoyuna açıklandı. Kısacası 5 gün süreyle bu illerde “olağanüstü hâl ilan edilmiş oldu! Kısacası istediğin gibi düşünebilirsin ama açıklamamak kaydıyla deniyordu! Yeri geldiği için açıkça sormak istiyorum:

-Bildiğim kadarıyla yürüyüş, gösteri, miting ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçasıdır ve anayasa tarafından da teminat altına alınmıştır. Yoksa bunlar anayasadan toptan çıkarıldı da bizim mi haberimiz yok?

Ülkenin en büyük üç kentinde arka arkaya yasaklar getirilip olağanüstü hâl ilan edilirken, Türkler, İngiltere’den Belçika’ya, Almanya’dan İtalya’ya en büyük kentlerin en gözde alanlarında protesto eylemleri yapıyordu.

Genç, yaşlı, kadın, erkek Türkler en ufak şekilde rahatsız edilmeksizin sloganlar atarak, konuşmalar yaparak Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını protesto ettiler. Hep birlikte “kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet” diye haykırdılar…

Halkı “saf” yerine koymak!

Bu arada önce İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ardından Adalet Bakanı Yılmaz Tunç CHP’nin miting çağrılarına karşı sert açıklamalar yaptılar.

Yerlikaya’nın sözleri iktidarın demokrasiden ne anladığı konusuna gayet net ışık tutuyordu… Bakın ne diyordu Yerlikaya:

-Halkı sokağa, meydanlara çağırmak en hafif tabiriyle sorumsuzluktur… Sokakları karıştırmanın vebalini hiç kimse ne siyasi ne hukuki ne de vicdani olarak ödeyebilir!

Bakan Tunç’un uzun açıklamasının da Yerlikaya’dan farkı yoktu aslında. “Provokatörlere, milletimizin huzurunu bozmak isteyenlere asla fırsat verilmeyecektir” türünden laflardı. Ancak, bir bölüm vardı ki hemen dikkatimi çekti. Şöyle diyordu Bakan Bey:

-Soruşturma tamamlandığında dosyanın içeriği, iddialar, savunmalar ve deliller tüm şeffaflığıyla kamuoyunun bilgisine sunulacak, maddi gerçek iddialar ve savunmalarla net bir şekilde ortaya çıkacaktır.

Yılmaz Bey’e sormak lazım; o halde haftalardır ve de gözaltı sonrası günlerdir iktidar medyasında çarşaf çarşaf yer alan sözde “bilgi kılıklı” karalama ve saldırı furyası neyin nesiydi acaba? Yanıt verebilme özgürlüğü olmayan insanları taşlamak dünyanın en kolay ve ucuz yoludur. Ergenekon-Balyoz sürecinde bu oyunun nasıl tezgahlandığına, FETÖ terör örgütünün müritleri polis, savcı, “gazeteci” üçgeninin nasıl da verimli çalıştığına hep birlikte tanık olduk!

Adına gazeteci demeye utandığım bir kısım tetikçinin adeta sorgu odasından geliyor edasıyla söylediklerini bu kulaklar çok duydu! Şu sıralarda Silivri’de yaptıklarının bedelini ödeyen “Bavulcu” lakaplı Mehmet Baransu’nun TV programında “Mustafa Balbay’ı da içeri aldık” dedikten sonra kırdığı potu anlayıp sözcüğü “aldılar” şeklinde değiştirmesini ise hiç unutmadık!

Şu anda adeta bir “deja vu” duygusu içindeyim; aynı şeyleri uzun yıllar sonra tekrar yaşama hissi bu!

-Milleti “saf” yerine koymak değil midir bunun adı sayın adalet bakanı?

Bu arada değerli gazeteci kardeşim İsmail Saymaz Gezi Olayları nedeniyle çıktığı Mahkemede ev hapsi cezasına çarptırıldı. Üzülsem mi, yaksa “hiç olmazsa tutuklanmadı” diye sevinsem mi bilemedim.