2009 yılının sonuna doğru toz duman arasında yazmıştım, “CIA kontrolündeki cemaat” başlıklı yazımı... Dile kolay, neredeyse 16 yıl geçmiş üzerinden…
Ergenekon tüm hızıyla, tüm hışmıyla sürüyordu... Balyoz kumpasının yurtseverlerin başına inmesine ise yalnızca bir buçuk ay kalmıştı; The Taraf’ın manşeti ve “bavulcu Baransu” marifetiyle tezgahlanan bu ikinci kumpasta da yüzlerce subay Silivri zindanına tıkılacaktı! Kısacası “genel vaziyet” tam bir felaketti...
Yandaş güruh ise sürekli “delil” üretmekle, yargısız infaz manşetleri çekmekle, FETÖ’cü polis şefleri savcılar ve hakimlerle “al gülüm, ver gülüm” şeklinde mesai yapmakla meşguldü... Hoca efendiyi ne kadar özlediğini sütunlarında, ekranlarda döktüren, dayanamayıp Pensilvanyalara koşarak eteğine yüz süren “gazeteci”, “siyasetçi”, “akademisyen” sayısı akıllara seza sayılara ulaşmıştı!..
Bu isimlerin tümü, şimdilerde sabah akşam Fethullah efendiye ağız dolusu küfür, hakaret sallamakla meşgul, iyi mi! Sorduğumuz zaman yana yakıla “nasıl da kandırıldıklarını” anlatıyorlardı... Ne kadar süre kandırılmışlardı peki? En az 7-8 yıl! Bunların en ünlülerinden birine canlı yayın esnasında şöyle demiştim:
-Siz Kırmızı Başlıklı Kız mısınız birader? O bile ilk seferinde yatakta yatanın babaannesi değil kurt olduğunu anlamıştı!
Peki, biz ne yapıyorduk o sıralar derseniz, yalana, riyaya, karanlığa karşı savaşıyorduk! İşte o en gaddar günlerden kalma yazımdan bir bölümü sunuyorum dikkatinize, iyi okumalar...
CIA Kontrolündeki Cemaat!
Beş kıtada 475 üniversite ve yüksekokulu, 200 koleji vardı… 604 gazete ve dergiye sahipti… 52 radyo ve televizyon kanalı aralıksız yayındaydı…
Dünyayı böylesine ahtapot gibi saran bu “cemaat”in adı Opus Dei (Tanrı’nın Eseri) idi ve Madrid’de sıradan bir Katolik papazı olan Josemaria Escriva de Balaguer tarafından 2 Ekim 1928’de kuruldu. Papaz Balaguer “müritlerini” genelde Katolikliğe sıkı sıkıya bağlı, varlıklı, iyi eğitim görmüş zenginlerden oluşturmaya gayret etti. Cemaat eğitim yoluyla seçkin önder elemanlar yetiştirmeyi hedefledi. Okullar açtı ardı ardına.
Cemaat için komünistlerle mücadele esastı. Bu nedenle İspanya iç savaşında Cumhuriyetçilere karşı faşist Franco’yu destekledi. Zamanla ülke dışında da “hizmete!” başladı. Çünkü soğuk savaş dönemi başlamıştı.
1947’de Balanguer Vatikan’a çağrıldı ve “Papa Hazretleri’nin Yüksek Papazı” unvanı verildi. -Opus Dei’nin iki anahtar sözcüğü vardı: “Hoşgörü!” ve “Diyalog!”
Bu iki kavramı kullanarak dünyanın çeşitli ülkelerindeki insanlara yakınlaştılar, konferanslar düzenlediler, okullar açtılar, Tv-gazete satın aldılar. Adları duyulmamış aydınları şöhrete kavuşturdular. Opus Dei özellikle İspanyolca konuşulan Latin Amerika ülkelerinde solu ezmek için aktif olarak kullanıldı. Şili, Arjantin, Paraguay, Uruguay ve Peru’da Opus Dei, CIA ile hep başrolü paylaştı. Balanguer öldükten sonra azizlik mertebesine layık görüldü…
- Opus Dei kamuoyunda ise hep “Kutsal Mafya” olarak bilindi!
“Bu dinciler o Müslümanlara benzemiyor!”
Yukarıdaki bilgileri Soner Yalçın’ın “Bu Dinciler O Müslümanlara Benzemiyor” isimli kitabından aldım. Okurken defalarca, “Yok artık, bu kadar da benzerlik olmaz” dediğimi belirtmeliyim!
Soner, Opus Dei’nin ibretlik öyküsünün altına, Fethullah Gülen’in ABD’de nasıl “Green Card” yani oturma izni aldığının ilginç hikayesini de eklemişti. Buraya tümünü almam olanaksız ancak Amerikan mahkemesinde kimler Gülen’in oturma izni alması için destek olmuş bakalım: CIA ajanı Graham Fuller, mesleğe CIA’da başlayıp sonra diplomat olan ABD eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz ve CIA Balkanlar uzmanı, Yunan asıllı George Fidas!
-Şu ilişkiler zincirine bakın, olağanüstü değil mi?
Günlerce elimde kalem, satır satır altını çizerek, okuduğum kitapta Soner daha neler anlatıyordu neler… Fehmi Koru’nun Beykoz’da, boğazın en müstesna ancak çivi bile çakılması yasak olan yerine nasıl yalı kondurduğu, Zahit Akman, Zekeriya Karaman , Hasan Hüseyin Ceylan gibi tiplerin hangi ilişkilerin sonucu Ankara’da 350 milyon dolarlık Armada İş Merkezi’ne ortak oldukları, Deniz Feneri yolsuzluğundaki rolleri, “bir lokma bir hırka” günlerinden milyarlarca dolarlık servetlere ulaşan “Müslüman kılıklı” dincilerin akıllara seza öyküleri ve daha neler…
Ve Tabii Ergenekon’un insanı dehşete düşüren öyküsü!.. Siz yalnızca Türkiye’nin “Ergenekon”u mu var zannediyordunuz? Hayır, Gürcistan’ın, Ukrayna’nın, Sırbistan’ın, Slovenya’nın da Ergenekon geçmişi vardı, hem de tıpkısının aynısı! Taraf’ıyla, Genç Sivilleriyle, iktidarıyla, yargısıyla, emniyeti ile, açık toplum enstitüsüyle, üniversiteleriyle…. Okuyun, göreceksiniz…
-Ülkemizin nasıl ahtapot misali sarıp sarmalandığını anlayacaksınız!
Haa, bu arada gündemi dikkatle izlemeyi de ihmal etmeyin ahtapotun bitinin yeniden kanlandığının da farkına varacaksınız!