Bu, küçük bir ders niteliğindeki dizinin son bölümüne gayet sade, bu nedenle de işbirlikçi aydınların rahatlıkla anlayabileceğini umut ettiğim iki tanımla başlayalım; ilk soru şu: Mustafa Kemal kimdir?

-Tarihin tanıdığı en cüretli, en büyük ve en kapsamlı kültür devriminin baş mimarıdır!

Yerli, yabancı, eski, yeni, tanınmış, saygın tüm tarih ve siyaset bilimcilerin üzerinde birleştiği ortak görüş bu... Peki, Kemalizm (ya da Atatürkçülük) nedir?

-Kemalizm, ilerici bir ideolojidir. Ne geçmişin bekçiliğidir ne de kalıplaşmış bir inanç sistemi. Değişen koşullar içinde, sürekli ve akılcı bir yenilenmeyi ve o yenilenmenin ilkelerini içerir. Kısacası Kemalizm, sürekli devrimciliktir...

Bakın, Kemalizm’i demokrasi geleneği bulunmayan gelişmekte olan ülkeler için demokrasiye hazırlanma ve geçiş yolunda en uygun ideoloji olduğunu vurgulayan dünyaca ünlü siyaset bilimci Prof. Maurice Duverger ne diyor:

-Kemalist tek partinin birinci özelliği, demokratik bir ideolojiye sahip olmasıydı. Kemalizm tek parti rejimi olmakla birlikte asla faşizm ya da totaliterlik iddiasında bulunmadı, demokrasiyi hedeflediğini resmen hep tekrarladı... CHP hiçbir şekilde ne ideolojisi ne de yapısıyla bir faşist partiye benzemiyordu, daha çok Fransa’nın Radikal Sosyalist Partisi’ni andırıyordu...

Ergun Özbudun ise şöyle yazıyor: Hiçbir totaliter rejim tasavvur edemeyiz ki, bir muhalefet yaratmak amacıyla kendiliğinden bir teşebbüste bulunsun…

Dünyaya örnek bir model!

Örnek çok, yüzlerce, binlerce...

Çok çarpıcı bir örnekle devam edelim; Almanya’da Nazi rejiminden kaçan 142 Yahudi ya da solcu öğretim üyesi, Batı’nın gelişmiş ve varlıklı ülkeleri dururken niçin Türkiye’ye gelmeyi tercih etti?

Birçoğu dünya çapında seçkin bilim adamları olan bu kişiler niçin güç koşullar içindeki bir geri kalmış ülkede on yılı aşkın süre hizmet ettiler? Bu bilim adamlarının gelişmiş bir diktatörlükten geri kalmış bir diktatörlüğe kaçması düşünülebilir miydi? Geçiniz!

Kanadalı ünlü ekonomist Prof. Michel Chossudovsky, birkaç yıl önce IMF ve Dünya Bankası marifetiyle emperyalizmin sömürgeleştirdiği gelişmekte olan ülkelere çıkış yolu olarak, ulusal sanayinin koruma altına alınmasını, yerli üretimin teşvik edilmesiniöneriyordu.

Polonyalı ünlü lider Walesa Sosyalizm ve kapitalizmi birlikte uygulamalı. İkisinden de yararlanarak şimdiye dek kimsenin bulamadığı yeni bir yol bulunmalı diyordu. Halbuki hem Kanadalı ekonomistin hem de Walesa’nın önerileri, 1930’larda uygulanan Kemalizm’in ta kendisiydi!

Çin’in bugün uyguladığı ekonomik program ise Kemalist Kalkınma Modeli ile şaşırtıcı benzerlikler taşıyor... En önemli nokta ise; Mustafa Kemal önderliğindeki Türk Devrimi’ni halk benimsemiş ve katılmıştı. Halkın benimsemediği bir devrim hiçbir yasayla ya da zorlamayla ayakta duramaz!..

1950’den bu yana Türkiye, karşıdevrimin saflarında yer alanlar tarafından yönetiliyor. 12 Eylül ise karşıdevrimin zirveye ulaştığı dönemdir. Atatürk’ün putlaştırıldığı ama Kemalist devrimin kuyusunun kazıldığı bu dönemde resmi ideoloji olarak seçilen “Türk-İslam sentezi” ile devlet ırkçılara ve dincilere peşkeş çekilmiş ve ne yazık ki içinde yaşadığımız sürece ulaşılmıştır:

-Karanlığın kuşatmasında, aydınlığa hasret, köleliğin eşiğinde bir Türkiye!